Hikaye üç çocuklu bir aile etrafında şekilleniyor. Baba süper teknolojik bir buluş yapmış ve çalıştığı şirket de onu bir haftalığına tatile gönderiyor. Tabii ki eşiyle birlikte ama çocuklara bakacak birileri lazım. İlk seçenek, Phil rolü ile aile babası karakterini canlandıran ER dizisinden Tom Everett Scott'ın ailesi ama maalesef onlar tatilde çıkınca eşinin ailesinden yardım istemek zorunda kalıyorlar. Ailenin annesi Alice rolünde, What Women Want filmiyle tanınan İtalyan asıllı oyuncu Marisa Tomei yer alıyor. Alice, istemeye istemeye de olsa kendi ailesinin çocuklara bakmasına razı oluyor. Alice'in babası rolünde ise Robert DeNiro ile baş rolü paylaştığı Analyze That filminden hatırlayabileceğiniz Amerikalı komedyen Billy Crystal yer alıyor. Diane karakterini canlandıran büyük anne ise Hawaii doğumlu Amerikalı şarkıcı, komedyen ve aktris Bette Midler...
Korku filmi klasiği olan bu film serisinde, yaralı yüzlü bir sübyancıyı bir çete linç eder. Öldürülen sübyancı, yıllar sonra katillerinin çocuklarının rüyalarına girmeye ve rüyalarında onu gören çocukları teker teker öldürmeye başlar.
Ejder'in Dönüşü, Roma'da lüks bir lokanta işleten arkadaşını mafyaya haraç vermekten kurtarmak için İtalya'ya gelen Hong Kong'lu bir gencin hikayesini anlatıyor. Bruce Lee'nin mafyaya açtığı savaş ve Chuck Norris'in rakip olarak karşımıza çıktığı bu film, aynı zamanda Bruce Lee'nin rejisörlüğünü yaptığı tek film.
Asılsız bir iddia ile suçlanan Mikael Blomkvist (Daniel Craig), adını temize çıkartmak için elinden geleni yapmaya and içer. İsveç’in zengin endüstri patronları arasında yer alan Henrik Vanger ise, çok sevdiği ve uzun zamandır kayıp olan yeğeni Harriet’ın ortadan kaybolmasının ardındaki gerçeği aydınlatması için gazeteci Blomkvist'i görevlendirir. Başı zaten dertte olan gazeteci, yeğenin ölümünden muhtemelen sorumlu olan ailenin malikanesine doğru yol alır.Bu sırada, Milton Güvenlik adına çalışan sıra dışı "hacker" Lisbeth Salander (Rooney Mara) da Blomkvist’in geçmişini araştırmakla görevlendirilir. Yolları kesişen ikili geçmişten bugüne uzanan bir cinayetler zincirini çözmeye çalışırken, aralarında hassas bir güven köprüsü de oluşacaktır...
M.S 90, Luoyang’ta Kraliyet Sarayı’nın dışında, devasa bir Budist anıtı inşa edilmektedir. Söz konusu anıtın yapımının bittiği gün, Çin’in ilk kadın İmparatoru, Wu Zetian resmi olarak taç giyecek ve dünyanın en geniş ve güçlü ülkesinin tahtına oturacaktır. Ancak bir türlü açıklanamayan olaylar zinciri Wu’nun tahta çıkmasını tehdit etmektedir. Sekiz yıl boyunca ara ara Wu’nun bizzat paye verip yükselttiği adamlardan bazıları halka açık yerlerde yanmaya başlar.
İki zombi, bir zombi saldırısının ortasında uyanıp zombilerden birinin kayıp aşkını bulmak için yolculuğa çıkmaya karar veriyorlar. Ama acımasız bir şirketin ajanları tarafından yakalanacaklarından habersizdirler.
Genç gazeteci Joshua araştırmaları sonucunda, polis departmanının üst düzey bir birimindeki yasadışı işlere dair bilgilere ulaşır. Bu karanlık ilişkilerin arkasındakileri gün ışığına çıkarmak için, gazeteci Ashford ve hırslı araştırmacı Wallace ile zorlu bir ortaklığa girmesi gerekmektedir. Bu üçlünün en önemli tanığı ise, kendisi de eskiden söz konusu karmaşık çarkın içinde yer almış olan itirafçı polis Deed’dir. Ancak bir sorun vardır: Joshua peşinde olduğu insanların acımasızlıklarını fazlasıyla küçümsemektedir ve onların neler yapabileceğinden henüz haberi yoktur…
1920'lerden bir aşk öyküsü… Dr. Walter Fane (Edward Norton), aristokrat bir ailenin şımarık kızı Kitty'e (Naomi Watts) bir partide tutulur ve hemen ona evlenme teklifi eder. Kitty’nin Walter’da pek gönlü olmasa da sırf ailesinin diline düşmemek için kabul eder. Ancak Walter her ne kadar tutkulu olsa da Kitty’e karşı tutkusunu belli edemez ve Kitty evliliğinde mutlu değildir. Mutsuzluğu, ilgisinin cesur ve espritüel diplomat Charlie Townsend’e (Liev Schreiber) kaymasına neden olur. Karısının sadakatsizliğini farkeden Walter, ondan intikam almaya kararlıdır. Ama bunu bilindik yollardan yapmayacaktır. Walter Çin'in ufak ve ölümcül kolera salgınından kırılan bir köyünde gönüllü hekimlik yapmaya karar verir. Kitty'nin ise onunla gitmekten başka şansı yoktur. Ölüm ve yaşam arasındaki sınırın incecik olduğu bu köye yaptıkları yolculuk, kendi ilişkileri için de bir dönüm noktası olacaktır.
Karısıyla arası çok da iyi olmayan Barrie, karısının karşı çıkmalarına rağmen bu aileyle yakınlık kurmaya başlar. Aynı şekilde Davies ailesinde de büyükanne Emma du Maurier bu yakınlığa karşı çıkmaktadır. Çocuklar, Barrie'nin ilham perileri olmuştur. Onlarla oyunlar oynarken yamaçları gemiye, sopaları kılıca, uçurtmaları periye ve çocukları da "Neverland'ın Kayıp Çocukları"na dönüştürür.
Gerçek bir yaşamdan ilham alan film, eşcinsel bir oğul ve muhafazakar hristiyan annesi arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Mary Griffith dindar bir hristiyandır. Oğlu Bobby'nin eşcinsel olduğunu öğrenince tanrının onu "iyileştireceği" ümidiyle genç adamı kiliseye gitmeye zorlar. Ancak kilisenin eşcinsellere karşı sert tutumu yüzünden evi terk edecek, bu yabancılaşma ile depresyona girerek intihara kadar sürüklenecektir.