M.S 90, Luoyang’ta Kraliyet Sarayı’nın dışında, devasa bir Budist anıtı inşa edilmektedir. Söz konusu anıtın yapımının bittiği gün, Çin’in ilk kadın İmparatoru, Wu Zetian resmi olarak taç giyecek ve dünyanın en geniş ve güçlü ülkesinin tahtına oturacaktır. Ancak bir türlü açıklanamayan olaylar zinciri Wu’nun tahta çıkmasını tehdit etmektedir. Sekiz yıl boyunca ara ara Wu’nun bizzat paye verip yükselttiği adamlardan bazıları halka açık yerlerde yanmaya başlar.
İki zombi, bir zombi saldırısının ortasında uyanıp zombilerden birinin kayıp aşkını bulmak için yolculuğa çıkmaya karar veriyorlar. Ama acımasız bir şirketin ajanları tarafından yakalanacaklarından habersizdirler.
Genç gazeteci Joshua araştırmaları sonucunda, polis departmanının üst düzey bir birimindeki yasadışı işlere dair bilgilere ulaşır. Bu karanlık ilişkilerin arkasındakileri gün ışığına çıkarmak için, gazeteci Ashford ve hırslı araştırmacı Wallace ile zorlu bir ortaklığa girmesi gerekmektedir. Bu üçlünün en önemli tanığı ise, kendisi de eskiden söz konusu karmaşık çarkın içinde yer almış olan itirafçı polis Deed’dir. Ancak bir sorun vardır: Joshua peşinde olduğu insanların acımasızlıklarını fazlasıyla küçümsemektedir ve onların neler yapabileceğinden henüz haberi yoktur…
1920'lerden bir aşk öyküsü… Dr. Walter Fane (Edward Norton), aristokrat bir ailenin şımarık kızı Kitty'e (Naomi Watts) bir partide tutulur ve hemen ona evlenme teklifi eder. Kitty’nin Walter’da pek gönlü olmasa da sırf ailesinin diline düşmemek için kabul eder. Ancak Walter her ne kadar tutkulu olsa da Kitty’e karşı tutkusunu belli edemez ve Kitty evliliğinde mutlu değildir. Mutsuzluğu, ilgisinin cesur ve espritüel diplomat Charlie Townsend’e (Liev Schreiber) kaymasına neden olur. Karısının sadakatsizliğini farkeden Walter, ondan intikam almaya kararlıdır. Ama bunu bilindik yollardan yapmayacaktır. Walter Çin'in ufak ve ölümcül kolera salgınından kırılan bir köyünde gönüllü hekimlik yapmaya karar verir. Kitty'nin ise onunla gitmekten başka şansı yoktur. Ölüm ve yaşam arasındaki sınırın incecik olduğu bu köye yaptıkları yolculuk, kendi ilişkileri için de bir dönüm noktası olacaktır.
Karısıyla arası çok da iyi olmayan Barrie, karısının karşı çıkmalarına rağmen bu aileyle yakınlık kurmaya başlar. Aynı şekilde Davies ailesinde de büyükanne Emma du Maurier bu yakınlığa karşı çıkmaktadır. Çocuklar, Barrie'nin ilham perileri olmuştur. Onlarla oyunlar oynarken yamaçları gemiye, sopaları kılıca, uçurtmaları periye ve çocukları da "Neverland'ın Kayıp Çocukları"na dönüştürür.
Gerçek bir yaşamdan ilham alan film, eşcinsel bir oğul ve muhafazakar hristiyan annesi arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Mary Griffith dindar bir hristiyandır. Oğlu Bobby'nin eşcinsel olduğunu öğrenince tanrının onu "iyileştireceği" ümidiyle genç adamı kiliseye gitmeye zorlar. Ancak kilisenin eşcinsellere karşı sert tutumu yüzünden evi terk edecek, bu yabancılaşma ile depresyona girerek intihara kadar sürüklenecektir.
Shawn MacArthur küçük bir kasabadan New York'a hiç bir güvencesi olmadan gelmiştir. Sokak satıcılığı yaparak yaşamaya çalışırken karşısına istediklerine sahip olabilme şansı çıkar.Eski bir sokak kavgası koçu olan Harvey Boarden, Shawn'a yasal olmayan yer altı dövüşlerine katılmasını teklif eder, böylece büyük paralar kazanacaktır.Shawn kısa zamanda dövüşlerde büyük başarılar elde ederken yükselir. Fakat bu karanlık dünyada yaşananlar onu hayatının en büyük kavgasına götürecektir...
Lord Henry ile Dorian’ın karşılıklı etkileşimleri, Dorian’ın kendini giderek kötüye, şeytani olana, hazcılığa adaması filmin eksenini oluşturmaktadır. Son derece saf ve yakışıklı Dorian’daki değişim, Lord Henry’nin sözleriyle ve Dorian’ın kendi portresinde kendi güzelliğini keşfetmesiyle başlar. Lord Henry’nin etkisiyle kötülüğün ve zevkin çekimine kapılan, dünyada gençlik ve güzellikten önemli bir şey olmadığına inanan Dorian için heyecan, kötülükte ve günahtadır; iyilik ve erdemse sıkıcıdır, edilgendir. İyiliği temsil eden Basil’in Dorian’a duyduğu saf tutkuda eşcinsellik öğeleri açıkça hissedilir. Dorian’ın büyük sırrını, portredeki değişimi gören yalnızca Basil olur. Portreye odaklanan, sonsuz gençlik karşısında ruhunu satan ve ruhunun ölmüş olmasından korkan Dorian için kurtuluş var mıdır?Özellikle bir genç adamın büyümesini, eğitimini, gelişimini, kendini ve inançlarını keşfetmesini işleyen Dorian Gray’in Portresi için Oscar Wilde, ‘bir ruhun hikâyesi’ demiştir.
Asya yeraltı dünyasını ele geçiren Don, gözünü Avrupa'ya dikmiştir. Yolunda ise mevcut yeraltı dünyası patronları ve çeşitli güvenlik kuruluşları vardır.Don planlarını gerçekleştirmek için hem suikastte uğramamak hemde tutuklanmaktan kaçmak zorunda.Macera kaldığı yerden devam ediyor ve aksiyon Kuala Lumpur'dan Berlin'e kayıyor.
Casey Beldon (Odette Yustman) kendisini çocukken terk eden annesinden nefret etmektedir. Ancak açıklanamaz birtakım olaylar meydana gelmeye başlayınca annesinin neden terk ettiğini anlamaya başlar. Sonunda hayaletin uyanık saatlerine de egemen olması üzerine çareyi spiritüel olaylar danışmanı Sendak’a (Gary Oldman) başvurmakta bulur.Sendak’ın yardımını alan Casey, ailesi üzerindeki lanetin kökeninin Nazi Almanya’sına kadar uzandığını keşfeder. Herkese ve her şeye yerleşebilme yeteneğine sahip olan bir yaratık, bedenleri ele geçirdikçe daha da güçlenmektedir. Lanetin ortadan kalkması için tek şansı, dünyamızın ötesinde henüz doğmamış birisi tarafından açılmış olan bir giriş kapısını kapatmaktır.