Bir avuç yetenekli oyuncunun gerçek bir poker turnuvasında yarışan karakterleri canlandırdığı bir doğaçlama komedi. Bu özgün proje, oyuncuların her birinin kendilerine özgü karakterlerini yaratıp geliştirdiği, canlandırdığı ve her sahnede sürprizlerle karşılaşabileceğimiz bir atmosfer yaratıyor. Poker turnuvası, hikayenin merkezi olarak işleniyor ve her bir karakterin kendine özgü hedefleri, motivasyonları ve hedefleri, oyunun heyecanını ve komikliğini arttırıyor. Seyircilere kahkaha dolu anlar yaşatmayı hedefleyen bu eşsiz doğaçlama gösteri, aynı zamanda poker oyununun stratejik ve psikolojik boyutlarını da gözler önüne seriyor.
İster poker sever olun ister olmayın, bu komedi şovu herkesin keyif alarak izleyebileceği bir deneyim sunuyor. Her sahnedeki belirsizlik ve doğaçlamanın getirdiği spontanlık, sizleri sürekli bir merak içinde tutacak. Kendinizi bir an için gerçek bir poker turnuvasının içinde bulabileceğiniz bu komedi şov, kesinlikle kaçırmamanız gereken bir deneyim olacak.
Galler doğumlu ünlü şair Dylan Thomas’ın hayatından bir kesit sunan film, Caitlin ile evli olan Thomas’ın Vera isminde bir kadına aşık olmasını, sonradan iki kadın arasında gelişen dostluğu ve üçlü arasındaki farklı ilişkiyi anlatıyor.
Nick (Michael Cera), derlediği müziklerden medet ummayı bırakmıştır. Terk edilmiş biri olarak, büyük bir özenle seçtiği aşk şarkılarından oluşan on iki karışık CD'yi hayran olduğu Tris’e (Alexis Dziena) göndermiştir. Ancak Tris, bu müzikal aşk ilanlarını düşünmeden çöpe atmaktadır. Okul arkadaşı Norah (Kat Dennings) ise bu müzik hazinelerini toplar ve gizemli derleyiciye karşı hisler beslemeye başlar. Onunla bir partide karşılaştığında ise Nick’in sıradan görünüşü karşısında büyük bir şaşkınlık yaşar ve hızla oradan uzaklaşmaya çalışır. Fakat çok uzağa gidemez, çünkü Nick’in dışa dönük eşcinsel grup arkadaşları Norah’yı, Tris’in yerini alacak kişi olarak seçmiştir ve Nick’i ayrılık depresyonundan kurtarmayı planlamaktadırlar. Böylece, yüksek alkollü arkadaşlarını arama, gizemli “Where’s Fluffy” konserini bulma ve aşk konusunda yeni bir başlangıç yapma hedefiyle çılgın bir gece başlar...
John Form, oyuncak bebek koleksiyonu yapan hamile eşi Mia için yeni bir oyuncağı gözüne kestirir. Beyaz gelinlik giydirilmiş, eşine zor rastlanır bu antika oyuncak bebek Mia için kusursuz bir hediye olacaktır. Mia beklediği gibi hediyesi Annabelle'i görünce mutlu olur, ancak bu güzel anlar çok uzun sürmez. Form ailesinin evi bir gece evleri sapkın bir tarikat tarafından basılır ve ciddi bir saldırıya uğrarlar. Saldırganlar uzaklaşırlar ancak hiçbir şey çözülmüş değildir. Zira ailenin hiç tahmin edemeyeceği bir kötü ruhu evde bırakmışlardır.
Annabelle, yönetmenliğini James Wan'ın üstlendiği Korku Seansı filminin öncesini konu alıyor. Filmin yönetmen koltuğunda, ağırlıklı olarak televizyon piyasasına yönelik işleriyle tanınan ve Dead Silence filminden bu yana James Wan'ın projelerinde görüntü yönetmenliği yapan John R. Leonetti oturuyor.
Frank Vega (Danny Trejo), Vietnam gazisi olup Los Angeles'ta bir sosyal merkez yönetmektedir. Orada gençlere boks öğretmekte ve onları ringin içinde ve dışında hayatta kalma stratejileri konusunda eğitmektedir. Ancak bir gün, en iyi öğrencisi Manny (Jeremy Ray Valdez), yanlış insanlarla gizli uyuşturucu işleri yapmasının ardından ölü bulunur. Frank, sorumluları adalete teslim etmek ister ve bu yüzden eski dostu, eski buz hokeyi oyuncusu Bernie Pope'dan (Danny Glover) yardım ister. Birlikte güçlerini birleştirerek meseleyi kendi ellerine alırlar. Akıllarını ve özellikle yumruklarını kullanarak, güçlü ve acımasız uyuşturucu baronu Herrera'ya (Andrew Divoff) ulaşmayı başarırlar ve ona henüz eskimediklerini etkileyici bir şekilde gösterirler.
Papa'nın ölümünün ardından isteksiz Kardinal Lomeli, dünyanın dört bir yanından gelen ve Kilise için yeni bir lider seçmekle görevlendirilen kardinaller grubunu denetlemekle görevlendirilir. Ancak Vatikan'daki siyasi entrikalar yoğunlaştıkça, merhumun onlardan bir sır sakladığını ve yeni bir Papa seçilmeden önce ortaya çıkarması gerektiğini fark eder.
Blake, uzun süredir Amerika Birleşik Devletleri'nin batı kıyısındaki liberal San Francisco'da yaşamaktadır. Ancak kader onu bir zamanlar büyüdüğü Oregon'un kırsal kesimine geri çeker. Çünkü babası iz bırakmadan ortadan kaybolmuş ve sonunda öldüğü ilan edilmiştir. Varis olarak Blake artık eski ailesinin ücra bir yerdeki evine bakmak zorundadır. İlişkisi zor durumdayken Blake, karısı Charlotte'u manzarayı değiştirmeye ve küçük kızları Ginger'la birlikte Oregon'daki evine taşınmaya ikna eder. Ancak Blake, Charlotte ve kızları çiftliğe vardıklarında, gece yarısı görünmez bir hayvanın saldırısına uğrarlar. Aile kaçmaya çalışırken, kendilerini evin içinde sinsice dolaşan canavara karşı korumak için evin içinde barikat kurmak zorunda kalırlar. Ancak çok geçmeden Blake'in başına Charlotte'u ciddi bir karar almaya zorlayan tuhaf şeyler gelir.
Bebek kızlarının trajik ölümünün ardından yaşadıkları acıyla başa çıkma umuduyla, bir çift, hayatlarını sıfırlamak için İrlanda'nın ücra bir köyüne taşınır. Yeni başlangıçlar arayışı içindeyken, onlar da farkında olmadan köyün sessiz ve mistik havasına kapılırlar. Ancak kısa süre sonra, kendi hikayeleri de trajik bir şekilde kesişen, yetim kalmış otistik bir kızı evlat edinmeye karar verirler. Bu küçük kız, çiftin hayatına girdiği andan itibaren, etraflarında açıklanamaz olayların meydana gelmesine neden olur.
Köydeki insanlar arasında fısıldaşan söylentiler ve eski inanışlar, çevrelerindeki bu garip olaylara dair ipuçları vermeye başlar. Her yeni gün, onları daha da büyük bir gizemin içine çekerken, çift bu küçük kızla kurdukları bağın, onları sadece duygusal bir yolculuğa değil, aynı zamanda karanlık ve sırlarla dolu bir serüvene sürüklediğini fark eder. Belki de bu küçük kasabanın eski hikayeleri, onların kızlarının ölümüyle bir şekilde bağlantılıdır.
Bir yandan yas tutarken bir yandan da bu yeni gizemi çözmeye çalışan çift, köyün derinliklerinde yatan eski bir gerçeği keşfetme riskiyle karşı karşıya kalır. Bu sırlar perdesini araladıkça, yaşadıkları her olay, onları daha da içine çekmekte ve film boyunca izleyenleri de merak içinde tutmaktadır. Acaba bu küçük kız ve köyde yaşanan tuhaf olaylar arasında bir bağlantı var mı? Yoksa bu, yasların gölgesinde kalmış bir hikâyenin mi yansıması?
İnsan şeklindeki bir uzay gemisi ilk olarak Liberty Adası’na iner. Küçük, zeki ve duyarlı varlıklardan oluşan mürettebatı, kendi gezegenlerinden gönderilmiş olan bir gökz cismini aramaktadırlar. Cismin amacı okyanusun tuzunu almıktır ki bu dünyayı mahvedecek olan şeydir. Eddie Murphy bu kez de bir uzay gemisi rolünü üstleniyor. Her ne kadar insan görünümünde olsa bir gemi olarak yönettiklerini düşünülecek olursa oldukça tuhaf hareketler sergileyebilir. Yalnız bununla kalmayıp aslında filmde çift rol alarak oldukça zor bir işin üstesinden gelmiş.
Efsane seri Big Momma geri döndü! Ayrıca bu sefer yanında büyük bir yardımcısı da var: ergen üvey oğlu Trent! Filmde FBI ajanı olarak izlediğimiz Martin Lawrence aynı zamanda kahramanımızın derinlerde kalmış öteki benliği Big Momma rolünde karşımıza çıkıyor.
Bir cinayeti araştırmak için bir araya gelen Turner’la Trent sadece kızların okuduğu bir sanat okuluna yazılırlar. Tabii ki kılık ve cinsiyet değiştirerek. Big Momma ve dev Charmaine kılığındaki ikili sadece cinayeti çözmekle kalmaz, komik olayları da peşlerinde sürüklerler.