Cephede hemşirelik yapan ve sefil bir hayat süren Neile, bir gün gözlerinin önünde öldüğünü sandığı soylu bir kadın olan Rose’un kimliğini alır ve onun yerine Madame Rose’un okuyucusu olarak bir malikanede işe başlar. Zamanla onun işe alınmasını sağlayan Eléonore’un yeğeni ondan şüphelenmeye başlayınca bu işi kaybetmemek için elinden geleni yapar. Neile’nin söylediği yalanlar beklentilerinin ötesine geçer.
Olağanüstü bir aşçı olan Eugénie, 20 yıldır ünlü gastronomi Dodin için çalışmaktadır. Mutfakta birlikte vakit geçirerek aralarında sevginin gastronomi pratiğiyle yakından bağlantılı olduğu sevgi dolu bir tutku inşa edilir. Bu birliktelikten, bu dünyanın en büyüklerini şaşırtacak kadar ileri giden, diğerlerinden daha lezzetli ve narin yemekler doğar. Ancak özgürlüğe can atan Eugenie, Dodin ile asla evlenmek istemez. Dodin, Eugenie'nin kendisine bağlanma konusundaki isteksizliğiyle karşı karşıya kalınca onun için yemek yapmaya karar verir.
Sing, serseri mizaçlı, hayatı boyunca hep ezilen fakir bir gençtir. Balta çetesine girerek herşeyi değiştiriceğine inanır. 1940'ların başlarında Balta çetesi her yeri ele geçirmiştir ve geriye tek bir mahalle kalmıştır ama bu mahalle Balta çetesi için sonun başlangıcıdır. Sing'in içindeki iyilik kötülük savaşı, çocukluk aşkı ve büyük gücün keşfi, Kung Fu'yla birleşecek ve geriye kalan son mahalle büyük bir Kung Fu mücadelesine sahne olacaktır.
Talip ve Yaşar sürekli olarak abileri Muhteşem’den aldığı paraları gereksiz işlerde batırmaktadırlar. Çalıştığı film setinden kovulan kostümcü Çiğdem, Yaşar’a kendini yönetmen olarak tanıtır ve iki arkadaşı korku filmi piyasasında çok para olduğuna ikna eder. Son kez Muhteşem abilerinden aldıkları para ile korku filmi işine girerler. Fakat çekim yaptıkları mekanda onları bekleyen paranormal olaylar vardır. Korku filmi çekip zengin olma hayaliyle girdikleri film serüveni ikili için kabusa dönüşürken çok komik durumlara düşerler.
Kendi hikayeleri üzerinden üç adamın İstanbul Boğazı'nda, Boğaziçi Köprüsü üzerindeki çalışma hayatını ele alan bu film, izleyicilere gerçek hayatla sinemanın muhteşem buluşmasını sunuyor. İstanbul'un ikonik simgelerinden biri olan ve iki kıtayı birleştiren bu köprü, filmin ana sahnesini oluşturuyor ve anlatı elemanlarından biri olarak öne çıkıyor.
Film, karakterlerin hayatlarını ve hedeflerini doğrudan kendilerinden alıntılarla anlatarak, kurgusal olmayan bir hikayeyi gözler önüne seriyor. Bu üç adamın yaşam mücadelesi, hırsları ve umutları, belgesel tarzı bir anlatımla beyaz perdeye taşınıyor. Filmin can alıcı noktası, karakterlerin gerçek hayatlarından kesitler sunan bu durumun film izleyicilerine daha gerçek bir deneyim sağlamasıdır.
Norveçli bilim adamı Thor Heyerdahl ve beş arkadaşının 1947'de Güney Amerika'nın batı kıyılarından Tahiti'nin doğusundaki adalara yaptıkları yolculukta kullandıkları sal. Heyerdahl, eski çağlarda Amerika'da yaşayan insanların, okyanusu salla geçerek Polinezya'da koloniler kurmuş olabileceği düşüncesini kanıtlamak istiyordu. Heyerdahl, arkadaşlarıyla birlikte Callao'da (Peru) yetişen balsa ağacı kütüklerinden yaptığı ve efsanevi İnka tanrısı Kon-Tiki adını verdiği bu salla 4,300 millik yolu 101 günde almayı başardı. Kon-Tiki bugün Oslo'da aynı adla anılan müzede sergilenmektedir.
Eski Yugoslavya çevresinde yaşayan geniş bir ailenin dağılmış üyeleri, yıllar sonra yaşlı annelerinin ölüm döşeğinin etrafında bir araya gelir. Doktorlar kadının birkaç saat içinde öleceğini düşünseler de bu durum biraz uzar. Bu süreçte aile üyeleri, kadının bırakacağı miras üzerine tartışmaya başlar.
Polonya'nın Tricity sahilinde genç bir kızın cesedinin bulunmasının ardından savcı, kurbanın annesiyle birlikte gerçeği bulmak için hırslı bir arayışa girer.
Dedektif ve adli psikolog Dr. Alex Cross yeğeninin birden ortadan kaybolması üzerine araştırmayı üstlenir. Yerel kanun güçlerinin tepkilerine aldırmadan kendi yöntemleriyle olayı araştırmaya başlayan Cross olayın tek kurbanının olmadığını ve altında aynı imza olan 7 kaybolma olayının olduğunu ortaya çıkartır. Bu takipte ona şüpheliyle karşılaşmış olan genç doktor Kate McTiernan yardımcı olur. Kaybolan kızı bulmak ve olayın arkasındaki gerçeği öğrenmek için zamana karşı bir yarış başlar.
Çin gizli servisinin bir mensubu, özel görevle Paris'e gönderilir. Burada, cinayeti de içeren bir dizi karmaşık olayla karşılaşır. Kahramandan ziyade anti-kahramana yakın bir portre çizen adamımız, bir sır yumağını çözmek yolunda Paris'in altını üstüne getirecektir. Filmde, çocuğunu arayan Nebraskalı bir kadın rolünde karşımıza çıkan Bridget Fonda'dan tutun da, Paris'i bir fon olarak kullanmaktan öte amaç gütmeyen sahnelerine kadar herşey, ayağı yere basan bir senaryonun gerektirdiklerine alabildiğine uzak. Diyebiliriz ki senarist ve yapımcı kimliğiyle filme damgasını vuran Luc Besson, Jet Li'li güzel dövüş koreografileri dışında pek bir şeye aldırmadan, kung-fu motiflerinin olabildiğince çoğunu içeren bir film çekmiş... Çok aksiyon, çok Paris, çok abartı...