Tony Stark, yaşadığı dünyanın bir enkaz haline geldiğini görünce hayatta kalmak, düşmanını yok etmek ve bir şekilde sevdiklerini de kurtarabilmek için tüm yeteneklerini kullanmak zorunda kalır. Ancak bir iç hesaplaşma onu gafil avlar: Kıyafet mi kişiyi değerli kılar yoksa kıyafeti değerli kılan kişinin kendisi midir?
Hükümetin çıkardığı yeni “İnsan insana” adlı bir yasa sayesinde, insanlara dijital kimlik verip onlara akıllı telefon ve sosyal mecralardan ulaşmayı kolaylaştırır ve uyuşturucu yasal hale gelir, fakat ticaretinin yapılması hala kanunlara aykırıdır. Uyuşturucu ticareti yapan Keenan ve arkadaşı yeni çıkan Mavi Cennet adlı uyuşturucunun ticaretini yapmak için promosyon alırlar. Neye bulaştığını farkında bile olmayan Keenan, kısa süre sonra arkadaşının hapse atılmasının ardından beraberinde malların parasını da hükümete kaptırdığı için, beraber çalıştıkları adamlara borçlanırlar. Keenan bu adamlara borcunu ödeyebilmek için bir adamı öldürmek zorunda kalır. Aksi takdirde baro sınavlarına hazırlanan avukat adayı kız arkadaşını öldürmekle tehdit ederler. Adamı kaçırıp icabına bakar. Neye bulaştığından bir haber olan Keenan, kız arkadaşının güvende olduğundan emin olmak için bir an önce eve gitmek için yola çıkarken gözlerini bir çeşit revirde açar. 28 gündür orada olduğunu öğrenen Keenan, hükümetin adamları tarafından alıkoyulduğunu öğrenir. Akıllı telefon ve sosyal medya kullanmayan Keenan, hükümetin yeni yasa uygulamasında hiçbir şekilde takip edilemez. Bu yüzden, yaptığı işlerden hükümetin haberinin olması biraz uzun sürer ancak en sonunda tutuklanır. Tutuklu olarak bulunduğu hapishanenin normal bir hapishane olmaması ve burada insanlara yapılan zulümlerin neticesinde en sonunda hapishaneden çıkıp eve döndüğü zaman bambaşka bir insana dönüşür. Beyni yıkanmış veya tamamen beynini çalışmaz hale getirmiş olan bu insanlık dışı uygulamalar yüzünden geri kalan hayatında zorluklar yaşar. Aslında işin boyutu farklıdır…
Shannon Hughes, oldukça eski bir malikâneyi bir bankanın bağışıyla tadilata sokmuş ve tadilat sonrasında ise ihtiyaç sahiplerine bir yuva olarak vermeyi planlamaktadır. Güzel bir açılış töreni olur, fotoğraflar çekilir. Gönüllü çalışanlarla birlikte tadilata başlanır. Fakat bağışı yapan bankanın başkanı, bu bağıştan pek de memnun değildir. Bankanın başkanı Charles Potter, bazı insanların kredi sorunları ve haciz işlemleri nedeniyle bölgede sevilmemektedir ve açılış sonrasında da bazı insanlarla sözlü münakaşa yaşar. Ertesi gün Shannon ve Mac, Potter’ı evin garaj kısmında ölü bulur. İkili, polise olay yerine geldiklerinde bir araca binip uzaklaşan biri olduğunu söyler ve tanımlara uyan Jim Hopkins gözaltına alınır. Jim, cinayetle ilgisi olmadığını söylese de, Potter ile tartışmaları nedeniyle şüpheli konumundadır. Shannon ve Mac ise, sonradan ellerine geçen bir belgeyle tadilat yaptıkları evin olduğu değerin çok altına fiyatlandırıldığını görür. Cinayet ve evin değerlendirilmesi arasında bir ilişki mi vardır yoksa bu bir çeşit rastlantı mıdır? İkili, bu tuhaf durumların içinden çıkabilecek midir?
Başrollerinde yetenekli oyuncular K.J. Apa, Scott Adkins ve James Remar’ın bulunduğu bu Gerilim – Drama filmini Kristin Aleksandre yazıp Andrzej Bartkowiak yönetiyor. 2013 Yılındaki Boston Marathonu bombalamasından ilham alınarak yapılan filmde, Amerika’ya gelip orada yaşamaya başlayan Arnavut kökenli Niko, orada annesi ve babasını bir uçak kazasında kaybetmiş olan Tillie ile tanışır. Birlikte yazlarını harika geçiren ve birbirlerine aşık olan iki genç birbirleri ile yalnızlıklarını gideriyordur. Anne ve babasının henüz ölümünü atlatamayan Tillie ise teyzesi ile yaşarken hayatına yeni giren bu yakışıklıya fazla güven duyuyordur. Ancak kimsenin bilmediği bir gerçek vardır. Tillie’nin vaftiz babası, ailesinin ölümünün bir kaza olmadığını, uçağa müdahale edildiğini öğrendiğini söyler. Bunu yapan kişi ise bir Amerikan Cihadcısıdır. Şüphelinin fotoğrafı ve Amerika’ya geldiği öğrenilir. Bu sırada Niko’nun abisi onu ziyaret eder. Yatıyla çalıştığı şehre gelen abisi Tillie’nin ailesini öldüren kişiden başka biri değildir. Ancak bundan kimsenin haberi yoktur. Niko ise, aile ile sevdiği insanlar arasındaki bu savaşta hayatta kalmaya ve seçim yapmaya zorlanacaktır.
Filmin oyuncu kadrosuna değinilecek olursa oldukça yeni isimler göze batıyor. Kellen Newsahll rolünde karşımıza Sterling Hurst durmakta. Başrol karakteri olan Olivia Prescott rolünde ise Jessica Sipos oynamakta. Sanders karakterini ise 1 Primetime Emmy ödülü bulunan dünyaca ünlü aktör Connor Trineer oynamakta. Olivia Prescott’un babası olan Stanley Prescott olarak karşımıza Brian Gallagher ismi çıkıyor. Susan Prescott olarak Meagen Fay’i görürken, Rahip James karakterini ise Xander Berkeley canlandırıyor. Charli rolünde Nickolas Wolf ve Gloria rolünde ise Jillian Armenante oynuyor. Charlie’nin annesi karakteri olan Regina Newhall’in rolünde ise Reiko Aylesworth bulunmakta.
Adamımız, hapisten çıktığı gibi yıllar önce bir soygunda ölen kardeşinin intikamını almak için yola koyulur... Fakat bu hiç de kolay olmayacaktır, çünkü o hapisteyken dışarısı hayli değişmiştir.
Kevin’ın aklına daha sonraları ilginç bir fikir gelir. Bir gün kız arkadaşıyla evinde film izlerken içkisine bu ilaçtan katmaya karar verir. İlacı içkisine karıştırdıktan sonra kız arkadaşının bayıldığını ancak nefes aldığını fark eder. Ertesi gün uyandığında ise hiçbir şey hatırlamamaktadır. Bunu fark eden Kevin, arkadaşı Mike’ı evine davet eder ve kız arkadaşıyla yatmasını ister. Bu sırada videosunu çeken Kevin, daha sonra Mike’ı tehdit edecektir. Kızları bu şekilde ağına düşürmeye başlayan ikili başlarına geleceklerden habersiz bir şekilde yaptıkları şeye devam ederler.
1980'lerde ucuz ve güçlü yeni bir uyuşturucu Amerika kıyılarını vurdu. Kokain ülkenin iç bölgelerine ulaştı ve sözde 'Uyuşturuculara Karşı Savaş'ı ateşledi. Bu savaşı anlatan belgesel türündeki filmin yönetmenliğini Stanley Nelson yapmıştır. Filmde Mitch Credle başroldedir.
Panik ve ırkçılıktan beslenen bu savaş, neredeyse yalnızca siyahi insanları hedefliyordu ve siyahilerin kitlesel olarak hapsedilmesine yönelik büyük bir eylemdi. Belgesel, bu uyuşturucunun yayılmasına, nereden geldiğine ve bu topluluklar üzerindeki etkisini konu almaktadır.
İngiliz yapımı, tedirgin edici bir film olan Cordelia, dram ve gerilime bir arada yer veriyor. Filmin ana karakteri olan ve filme adını da veren genç kadın, Kraliyet Akademisi’nde oyunculuk okumuş ve başarılı bir kariyere başlamaya hazırdır. Ama yaşayacağı olaylar nedeniyle bu planlarını değiştirmek zorunda kalır. Metroda yaşanan bir patlama sonrası hayatta kalır ama Cordelia'nın artık mental sorunları vardır. Kapalı ortamlara giremez, metroya binemez ve etrafındaki herkes ona farklı davranmaktadır.
Filmin ana karakterlerinden Fiona Maye (Dame Emma Thompson), Londra'da bulunan ve etik açıdan karmaşık aile hukuku davalarında bilgelik ve şefkatle yöneticilik eden seçkin bir Yüksek Mahkeme yargıcıdır. Ancak yoğun iş temposu için ağır bir kişisel bedel ödeyecektir. Amerikalı profesör Jack Faye (Stanley Tucci) ile evliliği kırılma noktasındadır.
Bu kişisel kriz anında, Fiona'dan zeki bir çocuk olan Adam Henry'nin (Fionn Whitehead) hayatını kurtaracak kan naklini reddettiği davasını yönetmesi istenir. Adam’ın on sekizinci yaş gününe henüz üç ay kalmıştır ve yasal olarak hala bir çocuktur. Fiona kendi etiği gereği çocuğu yaşama zorlamak istemektedir fakat bu mesleği açısından yanlıştır. Fiona hastanede Adam'ı ziyaret eder ve görüşmelerinin ikisi üzerinde derin bir duygusal açıdan etkisi olur ve çocuğun güçlü yeni duygularını ve uzun zamandır gömülü olan düşüncelerini uyandırır. Çocuk bunu Tanrı’nın istediğini Fiona ise ortada Tanrı’lık bir durum olmadığını onun hayatta kalması gerektiğini savunmaktadır.